20 Eylül 2011 Salı

Tutamak Sorunu

"Bu kitap ne ciddi kavgaların, ne büyük ve yaygın sıkıntıların, ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap, mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır. Sizlere hizmetten şeref duyan yayınevimiz iftaharla sunar: Tutunamayanlar"
Oğuz Atay 724 sayfalık başyapıt niteliğindeki eserini bir cümleyle özetlemiş. Evet bu kitap ruhu çekişmeler içindeki Selim Işık'ı, Turgut Özben'i, hatta Süleyman Kargı'yı, tüm artı ve eksileriyle tutunamayanları anlatır, fazlasını değil.


Okuması zor bir kitaptır Tutunamayanlar. İçinde o kadar "tür" barındırır ki, tutunması zordur bu kitaba. Selim'in şarkıları, günlüğü, Turgut'un yaşadıkları ayrı ayrı birer roman olacak cinstendir. İlk 50-60 sayfada yarıda bırakanların çokluğu da bundan dolayıdır zaten. Ancak eserine sımsıkı tutunanlar sonunu getirebilsin dercesine zorlar sizi Atay. Dil zenginliği ile yorar okuyucusunu. Kesme işareti hariç hiçbir noktalama işaretinin bulunmadığı bir bölümü vardır ki, benim için kitabın zirveye vurduğu bölümdür. 

"Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi  iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kâğıdını alarak kırlara açıldım ve ....."

Tek nefeste bu hiç noktalanmayan cümleyi okutur insana Atay. Cümlenin öznesini yüklemeni nerde bitmesi gerektiğini okuyucuya bırakır. Noktayı istediğin yere koyarsın ve senin cümlelerin çıkar bu bölümden. Her ne kadar birçok okuyucu için kitabın en ağır kısmı olarak nitelendirilse de, benim için noktalamasız 15.bölüm başlı başına bir başyapıttır.

Oğuz Atay, anlatımı ve dili kadar anlattıklarıyla da yorar insanı. Tutunamayanlar, paranoyakça yazılmış bir kara mizahın ürünüdür. Atay'ın anlattıkları yaşarken göz ardı edilen gerçekleri bir bir suratına çarpar insanın. Karakterlerinde kendinizi bulursunuz az biraz. Selim'in kaybolmuşluğunda, Turgutun tutunacak dal arayışlarında siz de kendinizi ararsınız onlarla birlikte. Turgut'un çıktığı o yolculuk hiç bitmesin, Selim'in yitip giden hayatının peşinden gitsin istersiniz; biz de Turgutun yolculuğuyla kitaba tutunmaya devam edelim diye. Atay, her ne kadar Selim'in yaşantısının yokolmuşluğunu anlatsa da o hayata özenirken bulursunuz kendinizi. Bu da yazarın başarısından başka bir şey değildir.

Bu kitap okunmalı. İster beğenilsin ister beğenilmesin okunmaya değer pek çok şey mevcut içinde. Hatta bence bu kitabı okumadan evvel Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam"ı okunmalı. Atılgan "tutamak sorunu"nu o incecik eserinde muhteşem bir şekilde ele almıştır. Hani bir kıyas yapılsa benim gönlüm Aylak Adam'dan yana olur misal. Çünkü ben tutunamayanlara Atılgan'ın Aylak Adam'ıyla yüzümü çevirdim. Tutamak sorunun bende yer edişi onun eseriyle birlikte oldu. Daha sonra okuduğum Oğuz Atay'la da yeni pencereler edindim. Burda ilk olarak "Tutunamayanlar"dan söz ettim ama bir gün sıra "Aylak Adam"a da gelecek.

Bahsetmek istediğim başka bir konu da şu ki; benim kitabı okumaya başladığım döneme denk gelen bir tartışma vardı internet ortamında. Ayrı bir yazıda bahsetmeyi düşündüğüm Notos Öykü'nün ele aldığı Oğuz Atay sayısı epey konu oldu yazarlar camiasında. Tutunamayanlar kitabından ötürü Atay'ı "sığ ve yapay" bulduğunu açıklayan Şavkar Altınel ve Oğuz Atay severler arasında karşılıklı atışmalar yaşandı. Benim yukarda yazdıklarımdan sonra Altınel'e katılmadığım ortadadır sanırım. Ama yazarın eseri beğenmemesi, hatta kendi ifadesiyle "Türkiye'de onca insanın başucu kitabı olan bir roman neden benim için neredeyse itici?" şeklindeki sorgulaması gayet anlaşılabilir. Ancak yazarı "sığ ve yapay" bulmak çok başka bir şey. Oğuz Atay'ın adından söz ettirdiği tek eseri Tutunamayanlar değildir. Bir "Tehlikeli Oyunlar" da en az Tutunamayanlar kadar beğeni görmüştür. Bunlar gibi diğer eserleriyle de Türk Edebiyatına yeni bir soluk getirmiş olan bir yazarı bu şekilde eleştirmek çok büyük haksızlıktır, benim açımdan. 

Aynı şekilde, Oğuz Atay okumayı hatta okumayıp okuyormuş gibi yapmayı kültürlü olmanın bir parçası saymak, yazarın karşısında durduğu popülarizme bu eseri oyuncak etmek (bkz:Olric), böyle bir yazara yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir bence.

Son olarak kitabı okurken beni etkileyen bazı alıntıları da paylaşıyım.

"Bizdeki kitapların çoğu iri harfle basılır. Kültür seviyemizi gösteriyor bu iri harfler. Okumayı yeni öğrenen bir millet olduğumuz için iri harfleri tercih ediyoruz. Daha harfleri yeni söktüğümüz için, onları satırlar arasında kaybetmekten korkuyoruz." (syf. 577)

"...İnsanların yalan söylemesi için bir gerekçe görmediğinden, onlara inanmakta güçlük çekmiyordu. İnsanlara inanmadan onlarla birlikte olmanın mümkün olmadığını sanıyordu. İnsanlara inanmadığı zaman onlardan kaçıyordu. Söylenenlere inanmadığı zaman, inanır görünmenin, insanlara ihanet etmek olduğunu düşünüyordu ve bu ihanetinin anlaşılmaması için, ortalıkta görünmemeyi tercih ediyordu. İnsanları, metin gibi bayağı bulduğu zaman kendinde de aynı bayağılığın bulunduğunu, başka türlü o insanlarla birlikte olamayacağını hissediyordu. Metin de, yalanlarına bu kadar kolay inanan bir insan olduğu için, Selim'i küçümsüyordu. Selim'in ilerde baş kaldırmasını önlemek için, onun kişiliğini göstermek istediği anlarda cesaretini kırarak gelişmesini engelliyordu. Selim, kendisi gibi yalanlar bulup söyleyemiyordu. Bu nedenle Metin, Selim'le birlikte bulunmaktan çok hoşlanmıyordu. Selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. Kambu duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, geçici bir süre kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu."(syf.432)

 "Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalı Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgisi olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa bir "Kitapları Koruma Derneği" kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. Herkes bu işi yapamaz. Bazı zalim insanlar, bin bir itinayla hazırlanan o çiçek gibi kitapları alırlar, hiçbir koruyucu tabakayla sarmadan, evet olduğu gibi üst üste koyarlar; sonra kalın ve çirkin bir iple bağlarlar. Zavallı kitapların, özellikle en üstte ve en altta kalanları, bu işlem sırasında kurban edilirler: kapaklarının üstünde haç biçimi yaralar meydana gelir. Kaba taşıyıcılar da onları oradan oraya fırlatırlar. Lekeler ve buruşukluklar kapakları incitir. Kapaklar, dizgiler, baskılar için gösterilen bunca itinaya yazık olmaz mı? Satıcılar da gelişigüzel dizerler onları: isimlerini bile öğrenmeden. Onlar için en iyi kitap, en çok satan kitaptır. Müşterinin ne biçim bir insan olduğuna bakmadan, yalnız en çok satılan kitapları överler onlara. Bu adamları bir imtihandan geçirerek yeterlik belgesi vermeli Olric. Herkes kitap satamamalı." (sy. 576)

Daha bunlar gibi nice alıntılar var listemde. Onlar da başka zamana artık.Şimdilik bu kadar.

~~Biterken Çalıyordu~~
Apocalyptica - Faraway

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder