29 Eylül 2011 Perşembe

Notos Ekim-Kasım Sayısı

Edebiyat dergisi Notos Ekim-Kasım sayısında İhsan Oktay Anar dosyasıyla okuyucularının karşısında... İ.Oktay Anar'ın tüm kitaplarını okumuş bir takipçisi olarak benim kaçırmıyacağım bir sayı kesinlikle...

Dergi bugünden itibaren tüm kitapçılardan temin edilebilir.


22 Eylül 2011 Perşembe

Notos Sayısında Oğuz Atay

"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?" 


Oğuz Atay edebiyat dergisi Notos'un Haziran-Temmuz sayısından böyle sesleniyor okuyucusuna. Demir Yolu Hikayecileri adlı öyküsünün sonundaki seslenişiyle...

Derginin bu sayısındaki yazı dizisi, Atay'a dair bilinmeyenleri, geç keşfedişin ardındakileri ve diğer birçok yazarın ağzından Oğuz Atay'ı anlatıyor okuyucularına. Ayrıca Semih Poroy'un enfes çizimleriyle Oğuz Atay'ın dünyası resmedilmiş. Edebiyat severlerin, bilhassa da Oğuz Atay severlerin kaçırmaması gereken bir sayı olmuş her haliyle.

Benim Oğuz Atay dünyasına girişim bu sayıyla aynı döneme denk geldiği için hemen edinmiştim. Tutunamayanlar'ı bitirdikten sonra da Oğuz Atay'a dair bilmediğim birçok konudaki eksiklerimi gidermiştim. Okuduklarım yazarın diğer kitaplarını okumak için de sabırsızlanmama neden oldu. Özellikle Oğuz Atay'ın en iyi kitabı olduğu söylenen Tehlikeli Oyunlar okuma listemin en başında duruyor. Tutunamayanlar'ı okuyup, burda ondan bahsettikten sonra, Notos'taki yazıdan bazı parçaları burada paylaşayım istedim. Yazarı tanımak ve tanıtmak adına faydalı bir yazı dizisi olmuş.

 Ayfer Tunç: 
"Oğuz Atay bir tür DNA'dır. Yeni kuşaktaki has edebiyatın izleyicileri -ister okur olsun, ister yazar- bu DNA'yı taşır."

Tutunamayanlar, yazıldığı dönemde ne edebiyat çevrelerinde, ne de okurunun gözünde hakettiği ilgiyi görmüştür. Kitaba ilgi 80'ler ile verilmeye başlanmış ve günümüzde de giderek popüler hale gelmeye devam etmiştir.

A.Ömer Türkeş: "Oğuz Atay ismi, ilk romanı Tutunamayanlar ile birlikte anılır. Tuhaf, tam da Oğuz Atay'a yakışan bir tuhaflık; 80 sonrasında kültleşen Tutunamayanlar, yazıldığı yıllarda birkaç yayınevi tarafından geri çevrilmiş, zorlukla yayımlanabilmiş, TRT Roman Ödülü'ne rağmen 70'lerin okurunun ilgisini çekmemişti."

Kitabın geç keşfedilmesi bir yana, beğenisini kazandığı kesim de tam olarak Oğuz Atay'ın karşısında olduğu kesimden olmuş. Oğuz Atay'ın kitaplarında karşımıza çıkan ironisi, kitapları ve okuyucuları arasında da bu şekilde yaşanmış bir nevi. :)

A.Ömer Türkeş: "Yanlış okumalarla keşfedildi Tutunamayanlar. Selim Işık'ta kendisini bulanlar, aslında tam da Oğuz Atay'ın eleştirisini yönelttiği kesimdendir: "Bu roman, muhalif aydının konumunun, onun 'Türkiye'nin toplumsal yapısı'yla baş etme/edememe meselesinin trajikomiği olarak, okur yazarların başucu kitabı haline geldi."

Cevat Çapan: "Türk edebiyatı konusunda belki acımasız değerlendirmeleri vardı Oğuz'un. Bu, edebiyat zevkinin belki önce yabancı edebiatla tanışmış olmasından kaynaklanabilir. Çok iyi yabancı yazarları daha önce okuduğu için Türk edebiyatına oradan girince belki oradaki düzeyi bulamamış olabilir. Ama, A.Hamdi Tanpınar'ı seviyordu. Şiirde Oktay Rifat'ı keşfetmişti. Ve bu yabancılıktan da tedirgindi. Ama o kadar olumlu yönde gelişmeye hazırlıklı, o kadar sağlıklı bir tarafı vardı ki Oğuz Atay'ın, bütün bu kendinde eleştirdiği şeyleri bir şekilde tamamlayabilecek, giderebilecek çalışkanlığı da vardı."


Enis Batur: "Oğuz Atay'ın tarihe, topluma ve insana bakışında Kemal Tahir'le bir hayli ortaklık taşıdığı söylenmiştir. Buna karşılık, edebiyata yaklaşımları, yapıtlarını kuruş biçimleri açısından pek az ortak noktaları vardır. İlle de bir yakınlık aramak gerekiyorsa, Oğuz Atay eskilerden daha çok Halit Ziya'ya, çağdaşlarından ise bir hayli Leyla Erbil'e yakın bir çizgi geliştirmiştir."


 A.Ömer Türkeş: 
"İçinde yaşamış olduğu toplumu çok iyi tahlil etmiş olmalıydı ki, Tutunamayanlar'la TRT Roman Ödülünü kazandığında, henüz 12 Mart darbesi yapılmamış, yarattığı küçük burjuva aydın tipolojisi siyasal ve toplumsal anlamda öne çıkmamıştı. Darbenin ardından yazdığı Tehlikeli Oyunlar'daysa kabuğuna çekilmiş küçük burjuva aydınının çaresizliği daha belirgindir."


  Hakan Günday:   
"Eğer Oğuz Atay böyle romanlar yazdıysa biz Türkçeyle her şeyi yapabiliriz."

Murat Gülsoy: "Oğuz Atay yaşadığı süre boyunca hiçbir zaman bir söylem kurumcu olmadı. Bir yanı Cumhuriyet'in Aydınlanmacı geleneğini sahiplenmek isterken diğer yanı, içinde bulunduğu akademinin, sol çevrelerin, aydın ve sanatçı çevrelerin yozlaşmışlığını gördü. Zaman zaman Kemal Tahir gibi söylem kurucu yazarların etkisine girdiğini okusak da günlüğünden, edebi yapıtlarında tam tersine ironik üslubuyla tüm kurucu-söylemlerin altını oydu."



Murat Yalçın: "Oğuz Atay, çok kötü romanların yazılmasına neden olan çok sevgili bir yazardı. Kötü yazarı azdıran bir romandır, Tutunamayanlar. "Tutunamayan"sa her baltaya sap olabilecekken olmamayı seçen kişi demekti. Böyle kaç kişi var bu ülkede, ona bakmalı."


Murat Gülsoy: 
"Atay'daki Batı otoriter aklın referansıyken, "biz" yarım yamalaktır, eksiktir,çocuk kalmıştır. Aslında bu noktada Oryantalistlerden çok da farklı bir noktada değildir Atay. Sürekli olarak Batı'dan farklı, asla ona dönüşemeyecek bir "biz"den söz eder."

küçük İskender: 
"Türkiyedeki genç okur profili model seçtiği yazarları, şairleri tavırlarına bakmadan gündemde tutma eğilimini hep göstermiştir; 1990 nasıl Bukowski'nin altın yılıysa 1980 de belki Oğuz Atay'ın küllerinden doğuşunun miladı kabul edilebilir."



Murat Belge: "Oğuz Atayda dünya edebiyatı etkileri dediğimiz zaman hemen arkasından bence eklenmesi gereken şey, bunların ne kadar özümsenmiş şeyler olduğudur. Hiçbirisi bir mekanik taklit, yüzeysel bir esinlenme değildir. (...) Mesela Dostoyevski... Ondan kendisi de bahseder, ne kadar sevdiğini anlatır. Dostoyevski'ye romanın şurası benziyor, diyemem; ama Tutunamayanlar veya öteki kitaplarının içinde Dostoyevski'nin bir yerlerde dolaştığını her zaman hissederim. (...) Dostoyevski orada dolaşır ama romanın içinde o artık Oğuz Atay'dır, Oğuz Atay'ın Dostoyevski'sidir, ona mal olmuş bir adamdır."


Oğuz Atay: "Gençliğimde İçimizdeki Şeytan'ı okumuştum. Sabahattin Ali'nin. Doğrusu şimdi yeniden okumaya korkuyorum. Belki o zaman bulduklarımı şimdi bulamam. Yusuf Atılgan da Aylak Adam'ı ile ilgimi çekmişti. Yanık Saraylar'la Saatleri Ayarlama Enstitüsü ilk okuyacağım eserler olacak."

Handan İnci: "Atay'ın Türk edebiyatı içinde iki yazarla ilişkisi üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bunlardan biri Atılgan, diğeri Tanpınar'dır. Aylak Adam'da geçen "tutamak sorunu" cümlesinin nasıl büyük bir romana dönüştüğünü görünce Atılgan ne düşünmüştür, bilemiyoruz. Belki de bundandır, Tutunamayanlar'ı "ilginizi umarak" notuyla Atılgan'a gönderen Atay kadar biz de bu ilginin gösterilmemiş olmasına üzülürüz. Atılgan'ın yıllar sonra, "Böylesine güzel roman yazan birinin başkalarını da yazacağını, benim yargıma gereksinmiyeceğini düşünmüştüm.", demesi bile hafifletmez bunu. Tutunamayanları o dönemde en iyi anlıyacak yazarın sessizliği yaralayıcıdır.

Atılgan'ın Oğuz Atay için konuşmamış olması kadar Atay'ın da nedense hep çok seveceğini düşündüğüm Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumakta gecikmesine, Tanpınar üzerine hiç yazmamış olmasına da üzülürüm. Atay ve Tanpınar'ın sık sık birlikte anılması, birbirine yakıştırılması, Atay'ın Atılgan kadar Tanpınar'la da birlikte düşünülmesi sebepsiz değildir.  Tutunamayanlar,  
Aylak Adam kadar,  Saatleri Ayarlama Enstitüsü'yle de kardeştir; birbirinden habersiz iki kardeş."




Oğuz Atay: "Tutunamayanlar ile çok basit bir iş yapmak istedim;insanı anlatmayı düşündüm. Kapalı dünyalar içinde yaşayan yazarların bile bu cümleye hemen isyan edeceğini, "Peki herkes ne yapıyor?" diye öfkeleneceğini bildiğim halde bu basit gerçeği söylemekten kendimi alamıyorum.

İnsan roman yazmak istediğinde bir yazarın dediği gibi, başka romanlara heyecan duyarak kapılıyor. "Hayatı roman" olanları yazdığı pek görülmüyor.

Olduğundan başka türlü olmak isteyenlerin ülkesinde yaşıyoruz herhalde. Bu durumundan içinden çıkacağımıza güveniyorum. Bu konuda şöyle düşünüyorum. Tutunamayanlar sayfa 213'te "Kaç yıl sonra başlıyacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlike tespit edemediği Tunç devri, halkımız için bir iş devri olacaktır. Herkes istediği mesleği seçecektir. Ressam olmak isteyenler reklamcı, yazar olmak isteyenler hukukçu, hukukçu olmak isteyenler tezgahtar, adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır." Mühendis olduğuma da seviniyorum ayrıca. Başka meslek seçemezdim herhalde."


 Oğuz Atay, "genç bir yazar" olarak yaşadı ve trajik bir hastalık sonucunda öldü. (1934-1977)

21 Eylül 2011 Çarşamba

inanç !?

 
"Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum! Bu eksiklik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum. Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar. Ama şimdi inanıyorum. Sen beni inandırdın...
Seni seviyorum.
Deli gibi değil gayet aklı başında olarak seviyorum."
 Kürk Mantolu Madonna~Sabahattin Ali

20 Eylül 2011 Salı

Tutamak Sorunu

"Bu kitap ne ciddi kavgaların, ne büyük ve yaygın sıkıntıların, ne de ezilen insanların romanıdır; bu kitap, mustarip bir ruhun iç çekişlerinin romanıdır. Sizlere hizmetten şeref duyan yayınevimiz iftaharla sunar: Tutunamayanlar"
Oğuz Atay 724 sayfalık başyapıt niteliğindeki eserini bir cümleyle özetlemiş. Evet bu kitap ruhu çekişmeler içindeki Selim Işık'ı, Turgut Özben'i, hatta Süleyman Kargı'yı, tüm artı ve eksileriyle tutunamayanları anlatır, fazlasını değil.


Okuması zor bir kitaptır Tutunamayanlar. İçinde o kadar "tür" barındırır ki, tutunması zordur bu kitaba. Selim'in şarkıları, günlüğü, Turgut'un yaşadıkları ayrı ayrı birer roman olacak cinstendir. İlk 50-60 sayfada yarıda bırakanların çokluğu da bundan dolayıdır zaten. Ancak eserine sımsıkı tutunanlar sonunu getirebilsin dercesine zorlar sizi Atay. Dil zenginliği ile yorar okuyucusunu. Kesme işareti hariç hiçbir noktalama işaretinin bulunmadığı bir bölümü vardır ki, benim için kitabın zirveye vurduğu bölümdür. 

"Seni tanımadan önce ağaçların çiçek açtığı ve yaprak döktüğü mevsimleri hep kaçırırdım derdi resim yapmayı sevdiğim halde denizin mavisini bilmezdim yaprağın yeşilinin her mevsimde değiştiğine dikkat etmemiştim seni tanıdıktan sonra o güne kadar tabiat resmi yapmayı sevmediğim halde bir ağaç bir yaprak küçük bir ot bile çizmiş olmadığım halde ve daha çok kitaplardan kopyalar yapmakla yetindiğim halde ve insan resimlerini fotoğraflardan kareyle büyütmeyi kolayıma geldiği için tercih ettiğim halde seni tanıdıktan sonra gözleri yeni açılmış bir küçük hayvan gibi çevreyi şaşkın ve hayran bakışlarla insanı ve insan olmayanı ayırmadan incelemeye başladım ve kalemi  iğne uçlu mürekkepli kalemi ve resim kâğıdını alarak kırlara açıldım ve ....."

Tek nefeste bu hiç noktalanmayan cümleyi okutur insana Atay. Cümlenin öznesini yüklemeni nerde bitmesi gerektiğini okuyucuya bırakır. Noktayı istediğin yere koyarsın ve senin cümlelerin çıkar bu bölümden. Her ne kadar birçok okuyucu için kitabın en ağır kısmı olarak nitelendirilse de, benim için noktalamasız 15.bölüm başlı başına bir başyapıttır.

Oğuz Atay, anlatımı ve dili kadar anlattıklarıyla da yorar insanı. Tutunamayanlar, paranoyakça yazılmış bir kara mizahın ürünüdür. Atay'ın anlattıkları yaşarken göz ardı edilen gerçekleri bir bir suratına çarpar insanın. Karakterlerinde kendinizi bulursunuz az biraz. Selim'in kaybolmuşluğunda, Turgutun tutunacak dal arayışlarında siz de kendinizi ararsınız onlarla birlikte. Turgut'un çıktığı o yolculuk hiç bitmesin, Selim'in yitip giden hayatının peşinden gitsin istersiniz; biz de Turgutun yolculuğuyla kitaba tutunmaya devam edelim diye. Atay, her ne kadar Selim'in yaşantısının yokolmuşluğunu anlatsa da o hayata özenirken bulursunuz kendinizi. Bu da yazarın başarısından başka bir şey değildir.

Bu kitap okunmalı. İster beğenilsin ister beğenilmesin okunmaya değer pek çok şey mevcut içinde. Hatta bence bu kitabı okumadan evvel Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam"ı okunmalı. Atılgan "tutamak sorunu"nu o incecik eserinde muhteşem bir şekilde ele almıştır. Hani bir kıyas yapılsa benim gönlüm Aylak Adam'dan yana olur misal. Çünkü ben tutunamayanlara Atılgan'ın Aylak Adam'ıyla yüzümü çevirdim. Tutamak sorunun bende yer edişi onun eseriyle birlikte oldu. Daha sonra okuduğum Oğuz Atay'la da yeni pencereler edindim. Burda ilk olarak "Tutunamayanlar"dan söz ettim ama bir gün sıra "Aylak Adam"a da gelecek.

Bahsetmek istediğim başka bir konu da şu ki; benim kitabı okumaya başladığım döneme denk gelen bir tartışma vardı internet ortamında. Ayrı bir yazıda bahsetmeyi düşündüğüm Notos Öykü'nün ele aldığı Oğuz Atay sayısı epey konu oldu yazarlar camiasında. Tutunamayanlar kitabından ötürü Atay'ı "sığ ve yapay" bulduğunu açıklayan Şavkar Altınel ve Oğuz Atay severler arasında karşılıklı atışmalar yaşandı. Benim yukarda yazdıklarımdan sonra Altınel'e katılmadığım ortadadır sanırım. Ama yazarın eseri beğenmemesi, hatta kendi ifadesiyle "Türkiye'de onca insanın başucu kitabı olan bir roman neden benim için neredeyse itici?" şeklindeki sorgulaması gayet anlaşılabilir. Ancak yazarı "sığ ve yapay" bulmak çok başka bir şey. Oğuz Atay'ın adından söz ettirdiği tek eseri Tutunamayanlar değildir. Bir "Tehlikeli Oyunlar" da en az Tutunamayanlar kadar beğeni görmüştür. Bunlar gibi diğer eserleriyle de Türk Edebiyatına yeni bir soluk getirmiş olan bir yazarı bu şekilde eleştirmek çok büyük haksızlıktır, benim açımdan. 

Aynı şekilde, Oğuz Atay okumayı hatta okumayıp okuyormuş gibi yapmayı kültürlü olmanın bir parçası saymak, yazarın karşısında durduğu popülarizme bu eseri oyuncak etmek (bkz:Olric), böyle bir yazara yapılabilecek en büyük haksızlıklardan biridir bence.

Son olarak kitabı okurken beni etkileyen bazı alıntıları da paylaşıyım.

"Bizdeki kitapların çoğu iri harfle basılır. Kültür seviyemizi gösteriyor bu iri harfler. Okumayı yeni öğrenen bir millet olduğumuz için iri harfleri tercih ediyoruz. Daha harfleri yeni söktüğümüz için, onları satırlar arasında kaybetmekten korkuyoruz." (syf. 577)

"...İnsanların yalan söylemesi için bir gerekçe görmediğinden, onlara inanmakta güçlük çekmiyordu. İnsanlara inanmadan onlarla birlikte olmanın mümkün olmadığını sanıyordu. İnsanlara inanmadığı zaman onlardan kaçıyordu. Söylenenlere inanmadığı zaman, inanır görünmenin, insanlara ihanet etmek olduğunu düşünüyordu ve bu ihanetinin anlaşılmaması için, ortalıkta görünmemeyi tercih ediyordu. İnsanları, metin gibi bayağı bulduğu zaman kendinde de aynı bayağılığın bulunduğunu, başka türlü o insanlarla birlikte olamayacağını hissediyordu. Metin de, yalanlarına bu kadar kolay inanan bir insan olduğu için, Selim'i küçümsüyordu. Selim'in ilerde baş kaldırmasını önlemek için, onun kişiliğini göstermek istediği anlarda cesaretini kırarak gelişmesini engelliyordu. Selim, kendisi gibi yalanlar bulup söyleyemiyordu. Bu nedenle Metin, Selim'le birlikte bulunmaktan çok hoşlanmıyordu. Selim, insanın yaratıcı hayal gücünü öldürüyordu. Kambu duruşu, dağınık saçları ve ütüsüz elbisesiyle Selim, insanı can sıkıntısı ve ümitsizliğe sürüklüyordu. İnsan ona bakınca, geçici bir süre kendinden memnun oluyordu; fakat sonunda canı sıkılıyordu."(syf.432)

 "Kitapçıların ve çiçekçilerin bazı özellikleri olmalı Olric. Gelişigüzel insanlar bu mesleklerin içine girmemeli. Kitaplar ve çiçekler özel bir itina isteyen varlıklardır. Ne yazık, bu meslekler de artık olur olmaz kimselerin elinde, sattıklarıyla ilgisi olmayan kişilerin. Durmadan kitaplara ve çiçeklere eziyet ederler, onlara nasıl davranılacağını bilmezler. Bana kalırsa bir "Kitapları Koruma Derneği" kurmalı ve kitaplara kötü muamele edilmesini önlemeli. Herkes bu işi yapamaz. Bazı zalim insanlar, bin bir itinayla hazırlanan o çiçek gibi kitapları alırlar, hiçbir koruyucu tabakayla sarmadan, evet olduğu gibi üst üste koyarlar; sonra kalın ve çirkin bir iple bağlarlar. Zavallı kitapların, özellikle en üstte ve en altta kalanları, bu işlem sırasında kurban edilirler: kapaklarının üstünde haç biçimi yaralar meydana gelir. Kaba taşıyıcılar da onları oradan oraya fırlatırlar. Lekeler ve buruşukluklar kapakları incitir. Kapaklar, dizgiler, baskılar için gösterilen bunca itinaya yazık olmaz mı? Satıcılar da gelişigüzel dizerler onları: isimlerini bile öğrenmeden. Onlar için en iyi kitap, en çok satan kitaptır. Müşterinin ne biçim bir insan olduğuna bakmadan, yalnız en çok satılan kitapları överler onlara. Bu adamları bir imtihandan geçirerek yeterlik belgesi vermeli Olric. Herkes kitap satamamalı." (sy. 576)

Daha bunlar gibi nice alıntılar var listemde. Onlar da başka zamana artık.Şimdilik bu kadar.

~~Biterken Çalıyordu~~
Apocalyptica - Faraway

19 Eylül 2011 Pazartesi

suç !?

                     "                                                                                                                        "
..hepimiz biraz suçlu değil miyiz engel olamadığımız ölümlerden ve mutsuzluklardan sanki? yangınları, cinayetleri, yoksullukları, savaş ve hırsızlıkları seyrederken hepimiz birer katil, hırsız ve fesat değil miyiz yani... hepimiz öyleyiz!..
Kumral Ada~Mavi Tuna/Buket UZUNER

18 Eylül 2011 Pazar

Neden burdayım?

suskun dedim kendime ama burda oluşumun sebebi bu suskunluğumu bozmak. 

Uzun zamandır aklımda olan bir fikirdi blog açmak. Takip ettiğim bir çok blog mevcuttu. Özellikle kitaplar hakkında ağırlıklı olarak yazan sayfaları gezmekten hep büyük zevk duydum. Okuduğum bir kitap hakkında başkalarının fikirleri, eleştirileri ilgimi çekti her zaman. Benim kaçırdığım noktaları onların yorumlarında yakaladım. Sadece kitaplar değildi tabii takip ettiklerim. Filmler, günlük olaylar, şarkılar, resimler de vardı listemde...

Kendimi çok iyi ifade edebildiğim söylenemez ama kendi çapımda bir iki şey karalamak adına bu blogu açtım ben de. Hayata dair kurduğum eflatun rengi hayallerimi, anlık duygularımı, elimdeki kitabı, kulağımdaki müziği, dilimdeki sözü paylaşacağım bir yer olması dileğiyle burdayım.

Böyle işte.


~~Biterken Çalıyordu~~
"..kalbim ellerim kadar küçük değil"

Suskun

Ahmed Arif'in o eşsiz "Suskun" şiirini paylaşmazsam olmazdı. Ayrıca  şiirin bir kısmı Fikret Kızılok tarafından "İki Parça Can" adıyla bestelenmiş. O güzelim parçayı da ekleyelim.


"...
sus, kimseler duymasın.
duymasın ölürüm ha...
aydım yarı gecede
yeşil bir yağmur sonra...
yağıyor yeşil...

en uzak, o adsız ve kimselersiz,
o yitik yıldızda duyuyor musun?
bir stradivarius inler kendi kendine,
yayı, reçinesi, köprüsü yeşil...
önce bendim diyor ve sonra benim...
ölümsüz, güzel ve çetin...
ezgisidir dolaşan bütün evreni,
bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları...
canımı, tüylerimi sarmada şimdi
kendi rüzgarıyla vurgun...
sarıyor yeşil...

rüya, bütün çektigimiz...
rüya kahrım, rüya zindan...
nasıl da yılları buldu,
bir misra boyu maceram...
bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
bilmezler nasıl sevdik,
iki yitik hasret,
iki parça can...
çatladı yüreği çakmaktaşının,
ağlıyor gök kuşaklarının serinliğinde
çağlardır boğulmuş bir su...
ağlıyor yeşil...

yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
susmuş bütün namlular...
susmuş dağ,
susmuş deniz...
dünya mışıl-mışıl,
uykular derin,
yılan su getirir yavru serçeye,
kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş,
memeleri bereketli ve serin...
sağıyor yeşil...

aydım yarı gecede,
neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
ve sezarsa, bir ad, yıkıntılarda...
ama hançer taşı sanki
koca kartaca!
hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
bak nasıl alıyor, yigit,
binlerce yıl da sonra
alıyor yesil...

vurur dağın doruğundan
atmacamın çalkara,
yalın gölgesi...
kuş vurmaz, tavşan almaz,
ama aç, azgın
köpekbalıklarıydı parçaladığı
bak, tiber saygılı, suskun...
bak nilüfer dizisi zinciri...
bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
ve ilk gerillası spartakus'un...
susuyor yeşil...

sus, kimseler duymasın,
duymasın, ölürüm ha...
aymışam yarı gece,
seni bulmuşam sonra...
seni, kaburgamın altın parçası...
seni, dişlerinde elma kokusu...
bir daha hangi ana doğurur bizi?

ruhum...
mısra çekiyorum, haberin olsun...
çarşıların en küçük meyhanesi bu,
saçları yüzümde kardeş, çocuksu...
derimizin altında o ölüm namussuzu...
ve ahmed'in işi ilk rast gidiyor...
ilktir dost elinin hançersizliği...
ağlıyor yeşil...
..."
Ahmed Arif

17 Eylül 2011 Cumartesi

Hello World!

Uzun zamandır planladığım blog alanına da girmiş bulunmaktayım. Hadi hayırlısı.

bendeniz bi suskun :)